Bir film-bir kitap: Grev, Maria Suphi ve körlüğümüz, sağırlığımız üzerine…

Devletin resmi tarihi yanında solun da bir “resmi tarih”i olduğunu görmekteyiz. Bu sol “resmi tarih”, dergiler ve kitaplardan kolaylıkla izlenebilir. Türkiye solunun, bu toprakların halkları olan Rum, Ermeni, Yahudi solcularına, devrimcilerine ve kadınların mücadelesine kör ve sağır olduğunu düşünüyorum  /

Metin Yeğin’in yeni filmi “Grev”, 29 Ekim 2021 tarihinde vizyona girdi.

Dijital platformlarda ve internette popüler olan İspanyol dizisi “La Casa de Papel”in başrol oyuncularından Itziar Ituño Martínez de “Grev” filminde oynamış. Hatta filmin bazı sahneleri İspanya Bask bölgesinde çekilmiş. Türkiye’deki çekimler de Beykoz Kundura platolarında yapılmış.

Filmi izledim.

Öncelikle filmi mutlaka izlemenizi öneririm.

Her şeyden önce bu tür konuları seçen yönetmen ve yapımcıları cesaretlendirmemiz gerektiğine inananlardanım.

Bir filmi izledikten sonra izleyicide bıraktığı ize önem veririm. Bu izi bazen teknik, sinema bilgisi, yeteneği ve sinematografik ögeler bırakır. Bazen de seçilen konu ve konunun işleniş açısı bizi düşünmeye, araştırmaya sevk eder.

Bir yazı, kitap ya da film bana “bunu bilmiyordum” dedirtiyorsa ve konu da önemli ise beni çok fazla heyecanlandırır.

Bu film de seçilen konu nedeniyle benim için dikkat çekici bir film.

Film, Bursa’da 1910 yılında kadınların gerçekleştirdiği bir grevi anlatıyor.

Konuya ilişkin çok az bilgi ve belge olması nedeniyle sinema dilini oluşturabilmek için bazı kurmaca unsurlar katılmış. Örneğin Pelin Batu’nun canlandırdığı karakter İngiltere’deki kadın hareketi Suffragette’in aktivisti olarak gösterilmiş.

Bursa grevi üzerine kaynakları araştırmaya başladım. Konu hakkında çok az bilgiye ve kaynağa ulaşabildim.

Leiden Üniversitesi’nden Hollandalı araştırmacı Nicole van Os’un “Bursa’da Kadın İşçilerin 1910 Grevi” başlıklı makalesi Mart 1997 tarihli Toplumsal Tarih dergisinde yayımlandı.

Bu yayından öğrendiğim bilgileri özet olarak paylaşmak isterim.

Bursa’da 1845 yılından itibaren ipek ipliği üretiminde artış yaşanmış. Fabrikalar senede 200 gün çalışırmış.

7 ile 70 yaş arasındaki kız çocukları ve kadınlar düşük ücretlerle günde 15-16 saat çalışmak zorundalarmış.

Resmi yazışmalarda dinlenme zamanın azlığından dolayı kansızlık (kıllet-i istirahatten mütevellid fakrü’d-dem) hastalığından söz edilmekte.

Bursa’da önemli bir sanayi olan ipek böceği üretiminde çalışan işçilerin hemen hepsi gayrimüslim kadınlarmış. İşçiler arasındaki Müslüman kadınlar çok az sayıda imiş.

Grev 15 Ağustos 1910’da başlamış. Grevin arkasında “Hınçak” adlı bir Ermeni cemiyetin olduğu ve Setrak isimli bir kişinin grevi teşvik ettiği gazetelerde yazılmış ve gazetelerin verdiği habere göre Setrak hakkında tutuklama kararı çıkarılmış.

Stanboul gazetesine göre 48 fabrikada 2500 işçi greve gitmiş. Osmanischer Lloyd gazetesinde ise 3000 kadının greve başladığı ve başkalarının da katılacağı yazılmış. Grev sadece sahibi Osmanlı olan fabrikalarda yayılmış, yabancılara ait fabrikalarda işe devam edilmiş.

Greve giden kadınların talepleri arasında çalışma saatlerinin azaltılması, ücretlerin artırılması, en az bir saatlik öğle yemeği molası varmış.

Bu talepler kabul edilmemiş.

Grevciler ile işverenler arasındaki arabuluculuk Hınçak cemiyetinden İttihat ve Terakki cemiyetine geçmiş.

Grev 27 Ağustos’ta sona erer ve çalışma mevsimi sona erdiği için tüm fabrikalar 28 Ağustos’ta kapatılır.

1909 yılında çıkan grevi yasaklayan Tatil-i Eşgal kanununa rağmen bu grevin gerçekleşmiş olması önemlidir.

Binlerce kadının katıldığı 12 gün süren bir grev hakkında bilgimiz olmaması ilginç değil mi? Tek araştırmanın Hollandalı bir akademisyene ait olması, greve yönelik birçok ayrıntının belirsiz olması, akademinin bu konuya neden ilgisiz olduğu gibi soruları soruyorum kendime.[1]

Maria Suphi: Bir direniş öyküsü

Haziran 2021’de Kenan Karabağ’ın “Maria Suphi – Bir Direniş Öyküsü” adlı biyografik romanı Tekin Yayınevi’nden çıktı.

Maria’nın öyküsünü birkaç yıl önce öğrendim. Türkiye sol tarihi üzerine ortalama bilgisi olan birçok kişi gibi Nazım Hikmet şiirlerinden Mustafa Suphi ve yoldaşlarını, 15’leri duymuştum ama Maria’yı hiç duymamıştım.

Kenan Karabağ 400 sayfalık bu romanda Maria’yı ve Mustafa Suphi’nin hikayesini bize anlatmış.

Kendisi ile yaptığım görüşmede araştırmasının 10 yıl sürdüğünü anlatıyor. Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı TÜSTAV’daki Türkiye Komünist Partisi (TKP) kaynakları, Meclis tutanakları dışında anı kitapları ve sözlü tarih görüşmelerinden bilgilere ulaşmış.

Kitabı okuduktan sonra Mustafa Suphi ve TKP/sol tarih üzerine yazılmış olan daha önce okuduğum bazı kitapları da ayrıntılı olarak gözden geçirdim. Yeni yayımlanmış kitapları temin ettim ve daha önce bilmediğim birçok bilgiye eriştim.

Mustafa Suphi, iktisat okumuş Rus devrimcisi (komsomolka) Maria ile evleniyor.

TKP 1920 yılında Bakü’de Mustafa Suphi ve arkadaşları tarafından kuruluyor.

Maria partide maaşlı daktilograf (majiniska) olarak çalışıyor. Maria ilginç bir şekilde TKP kayıtlarında “Meryem” olarak kaydediliyor.

Mustafa Suphi partide aslında tek adam. Partideki Süleyman Nuri gibi bazı üyelerin muhalefetine rağmen Anadolu’ya gitme ve orada mücadele etme kararı veriyor. Mustafa Suphi Mustafa Kemal ile yazışıyor ve milli kurtuluş mücadelesine katılmak istediklerini belirtiyor.

Mustafa Suphi’ler Anadolu’ya hareket etmeden iki ay önce, 14 Ekim’de 200’ü komünist, diğerleri Rusya’daki Osmanlı esirlerinden oluşan 750 kişilik Türk Kızıl Alayı Bakü’den Zengizor’a hareket etmiştir. Bu alayın TKP belgelerindeki diğer adı “Türkiye Kızıl Birinci Nişancı Alayı” idi. Kızıl Alay önce Ağdam sonra Şuse’ye gelmiş. Bu esnada Kızıl Ordu, Bolşevik karşıtı olan Taşnak Ermenistanı birlikleri ile savaşırken geri çekilmeye başlamış ve Türk Kızıl Alay’ı Kızıl Ordu tarafından savaşa sokulur. Kızıl Alay burada Rus İç Savaşı’nın bir parçası olarak 600 kişi ile çatışmaya dahil olmuş. Bu çatışmalarda Alay, 60 ölü ve birçok yaralı vermiş ve sayıları 350’ye inmiş. Kalanlar zor durumda olan Kızıl Ordu’ya destek için Yağcı’ya gönderilmiş ve sonra da geriye çekilmek zorunda kalmıştır.[2]

Mustafa Suphi ve Maria dahil beş kişi olarak 19 Aralık 1920 tarihinde Bakü’den yola çıkarlar. Kars’a ulaştıklarında başka katılanlarla birlikte sayıları 30’a ulaşır.

Kazım Karabekir tarafından oldukça iyi karşılanırlar. Bir an önce Ankara’ya gitmek için sürekli ısrar ederler. Kars’ta tam üç hafta süresince oyalanırlar.

Nihayet emir gelir, trenle Erzurum’a doğru yola çıkarlar ve 22 Ocak 1921 tarihinde kente ulaşırlar. Mustafa Suphi ve arkadaşlarına Ankara yerine Trabzon’a oradan da Batum’a götürülecekleri bilgisi verilir. Bayburt, Gümüşhane üzerinden oldukça zorlu bir yolculuktan sonra 27 Ocak 1921 tarihinde Maçka’ya ulaşırlar.

Maçka’ya geldiklerinde Kars’ta 30 olan sayıları 16’ya düşmüştür. Diğerleri kafileyi birtakım nedenlerle terk eder.[3]

28 Ocak’ta Trabzon’a ulaştıklarında Maria dahil 16 kişidirler.

Yol boyunca Trabzon’a kadar derin devletin organlarınca kışkırtılan “halk” tarafından hakaret ve saldırılara uğrarlar.

Trabzon’da 16 kişi, 10 kadar silahlı ama çete giysisi giydirilmiş jandarma eşliğinde tekneye bindirilirler.

Bu arada denizde birkaç gündür içinde Yahya Kâhya’nın adamlarının olduğu bir tekne beklemektedir.

Sürmene açıklarında diğer tekne yanaşır ve jandarma süngüleri ve silahla Maria dışındaki 15 kişi öldürülür ve ayaklarına ağırlık, halka bağlanılarak denize atılır.[4]

Her şey Maria’nın gözü önünde olur.

Bu aşamadan sonra Maria’nın hüzünlü öyküsü başlar.

Tekne ile Trabzon’a geri getirilir. Yahya Kâhya’nın konağına yerleştirilir. Yahya Kâhya 15 TKP’linin öldürülmesi ile ilgili tüm operasyonu Ankara’dan aldığı emirlerle yürüten kişidir. Maria tam bir yıl Yahya Kâhya’nın konağında seks kölesi olarak kapalı kalır. Daha sonra Trabzon’un zengin ailelerinden Nemlizade Ragıp’a verilir. 6-7 ay kadar burada kapalı tutulan Maria daha sonra Yahya Kâhya tarafından Rize’nin kabadayılarına “hediye” edilir. Ve bir yıl kadar kabadayı alemlerinde kullanılır. Maria, yoldaşlarının ölümünden 2,5 yıl sonra bir kabadayı aleminde öldürülür.

Olan biteni fısıltı gazetesi ile tüm Trabzon bilmektedir. Komünistlere “eşleriniz de böyle olacak” şeklinde bir mesaj oldukça sert bir şekilde verilmiştir.

Mustafa Suphi ve yoldaşlarının başına gelenlerin birkaç ay içinde Bakü’deki TKP merkezinde öğrenildiğini belgelerden öğreniyoruz.

Trabzon Genç Komünistler Birliği’nde örgütlü Abdülkadir, Bakü’ye gönderdiği raporda Maria’nın başına gelenleri ayrıntılı yazar.[5]

Yani Türkiye Komünist Partisi’nin yöneticileri Maria’nın başına gelenleri bilmektedir.

1923 yılında Bakü’de “Mustafa Suphi ve Yoldaşları” isimli bir anma kitabı yayımlanır. Bu kitap 1976 yılında parti yayınlarında tekrar yayımlanır. Bu yayında Maria’dan bahsedilmez.

Hiçbir TKP yayınında Maria’nın adı geçmez.

Mustafa Suphi ve yoldaşları, 15’ler anılırken bunlar arasında Maria yoktur. Maria’nın resmi bile yoktur.[6]

Maria TKP tarihinde adeta “ailenin namusu zedeleyen”, “utanılacak kız kardeş” muamelesi görür. Sanki Maria’dan utanılır.[7]

Körlüğümüz ve sağırlığımız üzerine…

“Grev” filmi, Bursa’daki grevi hatırlattı bize.

Maria Suphi kitabı, Maria’nın hüzünlü öyküsünü tüm açıklığı ile gözler önüne serdi.

Her iki olay da bizim kör olan, sağır olan yanımızı göstermiyor mu?

Devletin resmi tarihi yanında solun da bir “resmi tarih”i olduğunu görmekteyiz.

Bu sol “resmi tarih”, dergiler ve kitaplardan kolaylıkla izlenebilir. Türkiye solunun, bu toprakların halkları olan Rum, Ermeni, Yahudi solcularına, devrimcilerine ve kadınların mücadelesine kör ve sağır olduğunu düşünüyorum.

Kör ve sağır olduğumuz konuları son 10 yılda yayımlanan bazı yayınlarda, araştırmalardan öğreniyoruz.

Siz de benim gibi şunu merak etmiyor musunuz?

Yayımlanmayan, araştırılmayı bekleyen daha da bilmediğimiz ne çok şey vardır?

Dipnotlar:

[1] Mete Tunçay’ın “Türkiye’de Sol Akımlar 1908-1925” kitabında 1908 ve sonrası grevler üzerine ayrıntılı bilgiler bulunuyor. Ancak Bursa grevinden söz edilmiyor.

[2] Kızıl Alay’ın kalan askerleri Mustafa Suphi ve yoldaşlarının katlinden bir ay sonra, 8 Mart 1921 tarihinde Bakü’den hareket ederek 25 Mart tarihinde Kars’a getirilmiş. Kazım Karabekir tarafından silahsızlandırılarak yurdun değişik yerlerindeki birliklere dağıtılmıştır. Aktaran: Emel Akal, İştirakiyuncular, Komünistler ve Paşa Hazretleri, İletişim Yayınları, 2013, s.312-316.

[3] Ankara’nın ajanı olduğu iddia edilen Süleyman Sami ve Mehmet Emin, eşlerinin hasta olduğu gibi bahanelerle gruptan ayrılırlar. Trabzon’daki Yahya kaptanın avukatının kardeşi Yakup Maçka’da kendisi hakkında soruşturma olduğu gerekçesi ile gruptan jandarma tarafından alınır ve kurtarılır.

[4] Ahmet Kardam, “Mustafa Suphi – Karanlıktan Aydınlığa” adlı kitabında sorumluluk zincirini şu şekilde özetliyor: “Mustafa Suphi’nin ve beraberindeki heyetin Ankara’ya gönderilmemesini emreden ve bu konuda plan yapılmasını Kazım Karabekir’den isteyen ve yapılan planı onaylayan ve uygulanışını telgraf başında izleyen Mustafa Kemal’dir. Planı hazırlayanlar: Kazım Karabekir ve Erzurum valisi Hamit Bey’dir. Hem Erzurum’daki Muhafaza-i Mukaddesat Cemiyeti hem de Trabzon’daki İttihatçı çevreler üzerinden planının uygulanmasını sağlayan Erzurum valisi Hamit beydir. Katliamı adamları aracılığı ile Trabzon Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti yardımıyla bizzat gerçekleştiren Yahya Kahya’dır.”

[5] Hamit Erdem’in, “Mustafa Suphi: Bir Yaşam – Bir Ölüm” adlı kitabından: “Kadının (Maria’nın) hangi evde olduğunu haber almak üzere uğraştım. Fakat hiçbir taraftan malumat alamadım. Önce Kahya’nın evinde olduğunu, sonra Nemlizade Ragıp Bey’in evinde olduğunu söylediler. Bazı üç dört defa olmak üzere evlerinin kapılarından geçiyordum. İhtimal rast getirir veya pencereden bakarken görüp nerede olduğunu haber alırım diye uğraştım. Fakat hiçbir taraftan haber almadım. Bilahare epey zaman geçtikten sonra kadının Kahya tarafından Rizelilere hediye edildiğini ve orada bir zevk arasında öldürdüklerini haber aldım.”

[6] Kenan Karabağ’ın paylaştığı bilgi: Bazı kaynaklarda 1. Tatar Dil Konferansı’ndaki toplu fotoğrafta Mustafa Suphi’nin yanındaki kadının Maria olduğu belirtilir. Ancak bu bilgi doğru değildir. 1 Ocak 1919 tarihinde Taşkent’te çekilen bu fotoğrafta Mustafa Suphi’nin yanında oturan, Kazan Müslüman Sosyalist Komitesi Başkan yardımcısı Emine Muhittinova’dır.

[7] TKP’li, İlerici Kadınlar Derneği’nden dostlarıma sorduğumda aldığım yanıt, “Duyardık ama üzeri sanki örtülmüş, konuşulmaması gereken bir konu gibi” idi.

Kaynaklar: