DATÇA’DAN NEW YORK’A NOTALARI DANS ETTİREN KADIN; NİSAN AK

 

M. ÖZGÜR MUTLU

Nisan Ak’ı sosyal medyada klasik müzik ile ilgili çektiği videolarla tanıdım. Sonra öğrendim ki Türkiye’nin ve dünyanın sayılı kadın orkestra şeflerinden biriymiş. Hakkında okuyup programlarını izledikçe nasıl bir eğitim sürecinden geçtiğini, kadınlara, gençlere ve çocuklara nasıl ilham verdiğini, dayanışmacı bir pratiğin de niyetinde ve içinde olduğunu öğrendim. #HerkesİçinKlasikMüzik etiketiyle paylaştığı, klasik müzikle ilgili önyargıları kırmayı, klasik müziğin korkulacak bir şey olmadığını anlatmaya çalıştığı, enstrümanları tanıttığı videolarını büyük keyifle izledim. İzledikçe de aklıma bir sürü soru geldi. Şimdi Nisan Ak’a sorularımı sorma şansı yakalamışken biraz bencillik yapıp, her söyleşide sorulan bu mesleği nasıl seçtiniz, gençlere ne tavsiye edersiniz gibi ona pek çok mecrada daha önce sorulmuş sorular yerine (bu sorular ve cevaplar da elbette çok değerli, merak edenler bulabilirler) gerçekten cevaplarını merak ettiğim soruları sormak istedim. Elbette bu kadarla sınırlı değil merak ettiklerim ama tadında bırakmaya çalıştım. İşte sorular ve Nisan Ak’ın cevapları:

-Sizi tanıtırken pek çok yerde Türkiye’nin ve dünyanın sayılı kadın orkestra şeflerinden deniyor. Biz de öyle yaptık. Kadın şair, kadın yönetmen dendiğinde kadınlığın ifade edilmesi ayrımcılık olarak değerlendirilebiliyor kimi zaman. Bir orkestra şefi olarak aynı zamanda kadın olduğunuzun öne çıkarılması sizi rahatsız ediyor mu, yoksa bu cinsiyet ayrımcılığı ile mücadele anlamında gerekli ve pozitif bir vurgu mu?

Orkestra şefi denince aklınıza gelen görsel nedir? Genellikle yaşlıca, beyaz saçlı, beyaz tenli bir adam sinirli ve otoriter bir tavırla batonunu sallar, değil mi? Bu görüntünün aklımızda bir stereotip olmasının sebebi klasik müzikteki erkeklerin çoğunluğu, özellikle de erkek liderlerin çoğunluğu. Klasik müzik geleneklere çok bağımlı bir meslek. Yeni bir meslek de değil. Yüzyıllardır insanların para kazandığı bir meslek. Yüzyıllar demişken 100-200’den bahsetmiyorum.

Örneğin 16. yy’da saraylar orkestra müzisyenleri ve besteciler çalıştırıyorlardı. Bir diğer deyişle, bu geleneğe çok bağlı sistem kadınların çalışma hakkından çok önce başladı. O yüzden de bu stereotipleri yıkabilmek için kadın liderlerin görünürlüğünü artırmak zorundayız.

-Orkestra şeflerini orkestrayı yönetir diye biliriz. Bu doğru mu, yönetiyor musunuz? Enstrümanlarla şef arasında bir iktidar ilişkisi var mı, yoksa şef daha çok uyumu ve akışı sağlayan bir bileşen mi? Şef olmasa orkestra çalamaz mı? Orkestranın karşısına geçince kendinizi nasıl hissediyorsunuz?

Orkestra şeflerinin en önemli işi bir orkestranın bir müziği kısa bir sürede öğrenmesine yardımcı olmak. Biraz daha açayım. Bir konserde genellikle yaklaşık 1.5 saatlik müzik olur. Yaklaşık 80 kişi bu müziğin kendi partisyonlarını provaya gelmeden önce çalışır. Sonra yaklaşık 2 prova + 1 genel provayla konsere çıkmaya hazır hale gelir orkestra. Bu da toplam 7.5 saat demek. Yani 1 dakikalık bir bölümü mükemmel hale getirmemiz için yaklaşık 5 dakikamız var. Her durduğumuz anda, her problem düzelttiğimiz anda dakikalarla hatta saniyelerle çalışıyoruz. Orkestra şefi bu noktada işin hızlı ve efektif bitirilmesini sağlıyor. Ayrıca 80 kişi birbirini mükemmel duymuyor tabii… Arkada kalan trompetler kemanları düzgün duyamıyor hiçbir zaman mesela. O yüzden bizim tempoyu iyi yönetmemiz çok önemli.Son olarak da duygular var tabii. Müzik çok duygusal bir sanat ama aynı zamanda da çok soyut. Hepimiz aynı melodiden aynı duyguyu anlamıyoruz ama bir orkestra olarak aynı yorumu anlamamız ve aktarmamız çok önemli. O noktada da orkestra şefinin seçimleri işin içine giriyor. Nüanslar, dinamikler, duraksamalar gibi birçok detay şef tarafından belirleniyor. Müziği asıl müzik yapan detaylar da bunlar zaten.

-Orkestra şefleri konser dışında ne yapar? Mutlak ki provalar var. Sonrası? Yazı çizi evrak işleri var mıdır, birinci keman hastalandığında iznini imzalar ya da doktor raporunu alır mı? Kısacası bu işin müzik dışı tatsız tarafları var mı yoksa sadece orkestranın performansıyla mı ilgilenirsiniz?

Orkestra şefini ve Müzik Direktörü pozisyonunu ayırmak lazım. Orkestra şefi gelir, orkestrayı yönetir, gider. Müzik Direktörü ise tam zamanlı olarak oradadır ve orkestranın yönetimiyle ilgili birçok kararı verir ya da onaylar. Örneğin konser sezonunun tarihlerinin belirlenmesi, provaların günleri ve yerleri, repertuvarın belirlenmesi, kütüphaneciyle iletişime geçip müziğin siparişinin yapılması, personelin belirlenmesi, enstrümantasyona göre fazladan alınacak müzisyenleri bildirme, bütçe toplantıları gibi birçok konuda bir orkestranınmüzik direktörü aktif kararlar alır.

-Bir klasik müzik konserinde müziği dinlesem ve müzisyenleri izlesem de gözüm genellikle şefte olur. Müziğin temposuyla değişen sert ya da yumuşak hareketlerini merakla takip ederim. Orkestra şeflerinin müzikal niteliği yanında konserlerde bir sahne performansı sergilediğini söylemek mümkün mü?

Sahnedeki herkes performansın bir parçasıdır, bu ilk kuraldır. Sahnede kameraman olacaksa bile ona kıyafetleri ve hareketleri konusunda dikkat edilmesi söylenir. Ben de tabii ki performansın bir parçasıyım ama ben müzisyenlere performans veriyorum, onlar da benden aldığı ilhamla dinleyicilere performans veriyor. 

-Bir söyleşinizde gürültü ve ses arasındaki ayrımdan, gürültüyle sesi ayıran otoriteden, duymak ve dinlemek arasındaki farktan bahsediyorsunuz ve gürültüye bir şans vermek, dinlemek gerektiğini söylüyorsunuz. Peki ya sessizlik?  Bence sessizlik de tüm sesleri, duyulmaz sandığımız sesleri ortaya çıkarıyor. Sessizlik sizin için ne ifade ediyor?

En sevdiğim konulardan biridir bu gürültü ve ses arasındaki fark. O Tedx konuşmasında ikisi arasındaki farkın yalnızca kavramsal olduğunu ve bu hiyerarşinin otorite tarafından belirlendiğini anlatıyorum. Seslere bakış açımız dinleme disiplinimizi anlatıyor aslında. Neye gürültü adını verdiğimiz, neye ses dediğimiz bakış açımızla çok ilişkili. Sessizlik de bundan pek farklı değil. Aslında insanın olduğu ortamda mutlak sessizlik yoktur. Biz varsak damarlarımızdan akan kan var, atan kalbimiz var, yani ses var. Üstelik bu sesler bizim duyabileceğimiz desibellerde. 20dB’in altına da inersek, partiküller hareket ettiği sürece mutlak sessizlik yoktur. Yani “sessizlik” dediğimiz şey de ayni “gürültü” gibi, farklı bir dinleme disiplini. Birinde kaotik bulduğumuz şeylere odaklanmaya çalışıyoruz, diğerinde de minimal seviyedeki seslere… İkisi de optimal olmayan seviyelerdeki enformasyonlara anlam vermeye çalışmak değil mi?

#HerkesİçinKlasikMüzik etiketiyle, klasik müzikle, dinleme ve müzik kültürüyle ilgili, bana kalırsa çok keyifli videolar çekip sosyal medyada yayınlıyorsunuz. Bu videolarda Teoman, Barış Manço hatta Ceza’nın bile şarkılarından örnekler vermekten çekinmiyorsunuz. Klasik müzik dışında diğer müzik türlerine bir önyargınız yok sanırım, var mı?

Müzik, insanların kendilerini organize edilmiş seslerle ifade ediş biçimidir. Ben kim oluyorum da insanların kendilerini herhangi bir şekilde ifade etmesine önyargı duyuyorum. Bir müzisyen olarak benim en önemli ödevlerimden biri tüm müzik türlerine açık olmak.

-Datça dünyanın en güzel yeri olabilir mi sorusuna bir cevap bulabildiniz mi?

Datça o kadar önemli ki benim hayatımda. Ben Kazım Yılmaz İlkokulu mezunuyum. Deniz manzaralı sınıfımız vardı. Burada aldığım eğitimle İstanbul’da güzel sanatlar lisesine başladım. İlk defa burada âşık oldum. Yazını bilirim, kışını bilirim. Popüler olmadığı zamanları bilirim. Bu kadar güzel insanın bir araya gelebildiği başka yer yok, görmedim. Bence Datça dünyanın en güzel yeri.

Anneniz Melda Omay’ı aktivist kişiliğiyle tanıyoruz, birkaç cümleyle bize onu nasıl anlatırsınız?

Haha annem canım annem. Son birkaç yıldır anneme başkalarına verdiği değeri kendisine de vermesini öğretmeye çalışıyoruz ama kolektif olarak başarısızız bu konuda. Annem “ben” demeyi pek bilmez. İnadından mı öğrenmiyor, beceremediğinden mi emin değilim ama ona evinin çatısını tamir ettirmesi gerektiğini söylerseniz iki sene bekleyebilir ama imza kampanyası var derseniz iki dakika bekleyemez.

-Datça’ya geldiğinizde DKSD ile bir söyleşi yapmaya ve hatta Datça’da youtube kanalınız için bir bölüm çekmeye ne dersiniz? Biz çok isteriz.

Yapalım bu yaz.