DATÇA’DA ZAMAN-1 MAYIS 2060

 

 

“Yaratmanın başlangıcıdır düş gücü. Dilediğinizi düşler,

düşlediğinizi amaçlar, amaçladığınızı yaratırsınız sonunda.”

Bernard Shaw

 

Cengizhan GÜNGÖR

Evimin bodrumunda bir zaman kapsülü vardı, yakın zamana kadar. İlgili olanlar bilir, ZMN-MK/1996/0.3 serisinden. Külüstür bir şeydi. Nitekim aşağıda anlatacağım yolculuktan sonra hibe ettim. Kime mi, orası ben de kalsın!

12 yıldır Datça’da yaşıyoruz eşim ve ben. Yaşamım boyunca bir merakım oldu. Nerede olsam bulunduğum yerin 50 yıl öncesini /50 yıl sonrasını merak ederim. Nitekim bir zaman makinesi edinmem de bu merakımın sonucu oldu, tahmin edebileceğiniz gibi. Nasıl diye sormayın, onu da açıklayamam. Kimi zaman çok eski ve çok daha ileri tarihlere yolculuklar gerçekleştirdim.

Bu yolculuklardan birisinde makinenin tarihini Datça’nın  1 Mayıs 2060’daki haline ayarlamıştım. Sıkıntılı birkaç dakikalık yolculuktan sonra gözümü doğal olarak tanımadığım bir yerde açtım. Muhteşem bir deniz manzarasına hakim oldukça heybetli, fütüristik rüya gibi bir binanın yanındaydım. Binanın çizgileri benim hiç alışık olmadığım bir mimari yaratıcılığa yaslanıyordu. Tek kelimeyle büyüleyiciydi. Sanki havada asılı gibi bir görünümü, yumuşak çizgileriyle hiçbir geometrik biçimle ilişkilendirilemeyecek görünümü vardı. Ve bir koru tarafından sarılıp sarmalanmıştı. Girişi olduğunu tahmin ettiğim yöne doğru yürüdüm. Girişin hemen üzerinde ‘CAN YÜCEL KÜLTÜR VE SANAT MERKEZİ’ yazıyordu. Hemen tabelanın altındaki panoda yazılanlardan binanın açılış gününe denk geldiğimi anladım. Tarih de ismini taşıdığı büyük ozanla ne kadar da uyumluydu! Emekçilerin mücadele gününe denk getirilmişti açılış…

İçeri girdikten sonra ilk olarak sol tarafta bir plaket dikkatimi çekti. Plaket binayı tasarlayan ve inşa eden 4 kişilik teknik ekibin fotoğraflarını içeriyordu. 4’ü de kadındı ve doğum tarihleri 2010’lu yıllara denk geliyordu. Daha da ilginç olanı dördü de doğma büyüme Datçalıydı. 2’si mimar, ikisi inşaat mühendisiydi. Aynı plakette inşaatın yapımında emek veren işçilerin fotoğrafları vardı. Ve işçilerin açılışın onur konuğu olduğunu sonradan fark edecektim.

Plaketin hemen karşısında ise binanın iç krokisiyle yüz yüze geldim. Oldukça uzun bir süre bu iç düzeni incelediğimi hatırlıyorum. İlk dikkati çeken biri orkestra çukurlu olmak üzere iki konser salonuydu. İkinci salon tiyatro mekanı olarak da kullanılmaya uygun bir şekilde inşa edilmişti. Büyük salonun ismi Nihat Akkaraca salonu, ikincisi ise Yusuf Ziya Özalp salonuydu. Diğer dikkat çekici olan 15 bin kitabın olduğu ve yüzlerce tablonun sergilendiği bir kütüphanenin/sergi salonunun varlığıydı.  Kütüphanenin ismi de İbrahim Çiftçioğlu kütüphanesiydi. Binanın iç düzeninde Etnografya müzesi  vardı ve bu salonun ismi de yine tanıdıktı, Mehmet Akın Pilavcı Müzesi. Köy kooperatiflerinin ofisleri ve yönetim merkezleri de aynı binanın içerisindeydi. Gülümsediğimi hatırlıyorum o an, benim geldiğim zamanda köyler mahalle statüsüne geçirilmişti. Öyle anlaşılıyordu ki köyler eski statüsüne kavuşmuştu zaman içinde. Bir kat tamamen kooperatif ve köy meclislerinin ofislerine ayrılmıştı. El Zanaatları kooperatiflerinden köy kooperatiflerine, sivil toplum kuruluşlarına kadar. Aynı katta bir ortak kullanılacak bir toplantı salonuna da yer verilmişti.

Şaşkınlıktan küçük dilimi yutmak üzereydim Datça Kültür Sanat Dayanışması(DKSD)’na ayrılan bölüm dikkatimi çektiğinde. Benim de 50 yıl öncesine dayanan DKSD tarihine mütevazı katkılarımı ve gönüldaş arkadaşlarımı hatırladım. Kendi gerçek zamanımızın yersiz, yurtsuz, hiyerarşisiz  bir avuç gönüllüyle büyük işler başaran öncü kuruluşu hak ettiği yeri almıştı, Datça’nın çok da uzak olmayan geleceğinde. Zaman içinde Datça’ya Batı ülkelerinden göç eden ve yerleşen Datçalılar da unutulmamış, onlar için de mekanlar tahsis edilmişti binanın içinde.

Tam karşıda 2 gün sürecek olan etkinliklerin programı vardı. Program Türkçe, Kürtçe, Ermenice, Çerkesce, İngilizce ve Almanca dillerinde, çarpıcı bir görsellikle panoya aktarılmıştı. İlk gözüme çarpan Nisan Ak yönetiminde Yunanistan Filarmoni orkestrasının konseriydi. ‘Bir Delinin Hatıra defteri’ ve ‘Vişne Bahçesi’ tanımadığım genç sanatçılar ve tiyatro grupları tarafından sahneye koyulacaktı.

2. Gün öğleden sonra izleyiciler Köylülerin tiyatrosu Cevat Fehmi Başkut’un ‘Paydos’ oyununu seyretme imkanı bulacaklardı. ‘Antik Çağdan günümüze Datça’da Plastik Sanatlar’, ‘Tarih Boyunca Datça’da Edebiyat ve Şiir’, ‘Knidos Tarihi’,Bir olumlu örnek olarak Datça ve Kentleşme Süreçleri’…vb. oturumlar ayrıca dikkat çeken etkinlikler olarak gözüme çarptı.  Müze 10 gün süreyle ‘Tarih Boyunca Halkların Datça’ya Göçü’ temalı bir fotoğraf ve objeler içeren sergisine ev sahipliği edecekti.

Bilenler bilir zamanda yolculuk, özellikle benim sahip olduğum aman kapsülü serisi açısından bir saatle sınırlıydı ve zaman dolmak üzereydi. Bina içinde küçük bir tur attıktan sonra yoğun kalabalık arasından dışarıya seğirttim. Çıkarken Halk meclislerinin dönem sözcüsü olduğunu kalabalığın konuşmalarından duyduğum genç bir kadın içeri giriyordu. Sanırım bizim zamanımızın belediye başkanı diye tanımladığımız makamı temsil ediyordu.

Dışarıda başka bir sürpriz beni bekliyordu. ‘DATÇA MÜZESİ’. Tahminen 3 dönüm bir alana yayılmış müstakil ve muhteşem çizgilere sahip bir tek katlı bir bina ve bahçesi. Maalesef vakit yoktu. Kapsüle girerken fark ettim ki, kendi zamanımızın metruk bir eski hükümet konağına ev sahipliği yapan ESEN Ada’da idim.

İçeri girdim ve kapsülün yolculuk tarihi ayarını 17 Şubat 2022’ye ayarladım. Karışık duygular ve hüzünlü bir duygu durumu içindeyken makine homurdanmaya başladı.